“BİZİ BU VİRÜS DEĞİL, SİZİN BU DÜZENİNİZ ÖLDÜRÜR”…

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, iktidarın, belediyelerin koronavirüs salgını karşısında dezavantajlı kesimlerle dayanışma amaçlı gerçekleştirdiği bağış kampanyalarını engellemesine ilişkin yazılı bir açıklama yayımladı.

Birçok ülke ile beraber ülkemizde de giderek hız kazanan COVID-19 salgını, sadece bir sağlık krizi olmakla kalmayıp aynı zamanda ağır bir insani krize dönüşmüştür. Salgının alışılmadık bir hızla yayılışı karşısında devletlerin mevcut sağlık sistemleri yetersiz kalmış, hatta bazı ülkelerde çöküntüye uğramıştır. Salgının hızını kesmeye yönelik şimdilik bilinen çare kişisel hijyene azami özen göstermek, vücut direncini arttırmak, en önemlisi de insanlar arası fiziksel ilişkileniş mesafesini arttırmak ve karantina uygulamaktır. Bu da haliyle eğitimden, sosyal ve kültürel etkinliklere, çalışma yaşamı ve üretime kadar tüm toplu faaliyetlerin, salgın kontrol altına alınana kadar, bir süreliğine durdurulması anlamına gelmektedir. Böylesi bir tedbir ise kaçınılmaz olarak ekonomik ve sosyal açıdan büyük toplumsal bedellere yol açmaktadır. Kısacası halkın sağlığını korumak ve salgını kontrol altına almak isteniyorsa her türlü toplumsal faaliyeti durdurup karantina uygulamak, karantinayı uygulamak için de halkın en temel ve yaşamsal ihtiyaçlarını hiçbir ayrımcılığa yol açamadan karşılamak gerekiyor. Bu da ancak kamu gücünü tümüyle seferber etmek ve toplumsal dayanışmayı büyütmekle mümkün olur.

Oysa siyasal iktidarın böyle bir amacının olmadığı süreç içesinde yaşananlardan açıkça görülmüştür. Yapılan tüm açıklamaların aksine, iktidarın salgına karşı yeterli hazırlığının olmadığı açıktır. Bunun en güçlü göstergesi, ilan edilen tedbir paketidir. Bu paket ile iktidarın asıl hedefinin ihalelerle, garanti ödemelerle, devasa vergi aflarıyla beslediği büyük sermaye grupları yerine yine halkın cebi olduğu açığa çıkmıştır. Tüm yurttaşlara karantina kurallarına riayet etmeleri ve evde kalmaları çağrısı yapılmaktadır. Ancak evde kalma şansına sahip olmayan, şantiyelerde, fabrikalarda, marketlerde, temizlik hizmetlerinde ve hastanelerde çalışmak zorunda kalanların/bırakılanların biyolojik ve sosyal yaşamsal ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağına dair en küçük bir öngörü, tedbir dahi yoktur. Oysa ülkemizde toplumun mutlak çoğunluğu yoksulluk sınırının altındadır. Son yıllarda giderek derinleşen ekonomik kriz bu yoksulluğu daha da arttırmış, halkın hatırı sayılır bir kesimi, temel gıda ve hijyen malzemesi ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz hale gelmiştir. Buna, salgına bağlı olarak ücretsiz izin ve işten çıkarmalar da eklenince, karşı karşıya olduğumuz insanî krizin boyutu iyice büyümüştür. COVİD-19 virüsünün “herkes için eşit tehdit oluşturduğunu” iddia eden lafazanlıklar ise bu krizin üzerini örtmeye yetmemektedir.

Hâl böyle iken iktidar, kendi yetmezlikleri ve hataları ile yüzleşmek yerine salgının sebep olduğu insanî kriz karşısında çare arayan, toplumsal dayanışma alanlarını büyütmek isteyen kesimlerin önünü kesme derdindedir.

Çok iyi biliyoruz ki yerel yönetimler, bir kamu gücü olarak böylesi olağan dışı zor zamanlarda yurttaşlarla dayanışmanın, onlara destek olmanın ve alınacak tedbirlere toplumun etkin katılımının en önemli araçlarından biridir. Her şeyi kendi tekelinde ve kontrolünde bulundurma hırsı ile hareket eden iktidar, böylesi ağır koşullarda bile halkı değil de sadece kendi siyasal geleceğini düşündüğü için, kelimenin tam anlamıyla siyasal fırsatçılık yaparak belediyelere kayyumlar atamakta, başlatılan dayanışma ve destek çalışmalarına engeller çıkarmaktadır.

Bunun en son örneğini, iktidarın, Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyelerinin bağış toplamalarını engellemesi ve hesaplarına bloke koyması oluşturmaktadır. Bugüne kadar muhtaçlık ve minnet ilişkisi üzerine kurduğu iktidar alanını kaybetme kaygısı taşıyan AKP, kendisinden olmayan yerel yönetimler tarafından başlatılan dayanışma ve destek çalışmalarını, yerel yönetimlere bağış toplama yetkisi sunan Belediyeler Kanununu hiçe sayarak engellemeye çalışmaktadır. Söz konusu belediyelerin bağış hesapları bloke edilirken, İçişleri Bakanlığı’nın yayımladığı genelge ile bu belediyeler soruşturmalarla, yani üstü örtülü bir şekilde kayyum atamalarıyla tehdit edilmektedir. Zenginlere krizden zararsız çıkış paketleri sunan, yoksullara sabır ve dua telkin eden iktidar, istemektedir ki, mevcut büyük boyutlu kriz halinde bile kendilerine, parti teşkilatlarına, cemaatlerine, İHH’larına, Ensar’larına el açılsın. Bugüne dek beslendikleri ana kaynak olan yeni muhtaçlık ve minnet ilişkileri gelişsin. Kendi oy depoları olarak gördükleri yoksullar, kendileri dışında kimse ile temas etmesin, iktidar alanlarına girilmesin. Bu uygulamalar, iktidarın insanî krize hiç de insanî yaklaşmadığının, insan yaşamını hiçe saydığının, geniş kitlelerin yaşadığı yoksunluğun çözümü ve bu kesimlerin sağlığı gibi bir derdinin olmadığının, tek kaygısının kendi hükümranlığının ve yandaşlarının çıkarlarının sarsılmaması olduğunun açık kanıtlarıdır.

Bizler İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak, ne zaman sona ereceği belirsiz olan salgın krizi süresince, ihtiyaç sahiplerinin gereksinimlerinin el açma yolu ile değil dayanışma yoluyla çözülmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamak isteriz. Bu dayanışma da ancak doğrudan ihtiyaca yönelik aynî yardımlarla daha sağlıklı yürüyecektir. Fiziksel mesafelerimizin artması, toplumsal mesafelerimizi azaltmamıza engel değildir. Bu çerçevede tüm yurttaşları, temel ihtiyaç malzemelerinden oluşan aynî yardımlarını el açmayı değil dayanışmayı, bir elin verdiğini diğerinin görmemesini esas alan örgütlenmelere yönlendirmeye; insanî krizi, siyasal iktidarın çaresiz ve yalnız bıraktığı kesimlerle omuz omuza durarak atlatma konusunda çaba sarf etmeye davet ediyoruz. Özellikle de rekabeti ve maksimum kârı esas alan bu acımasız ve vahşi düzene karşı mücadelenin, bugünkü kriz ve olası benzer krizler karşısında yegâne çare olduğunu hatırlatıyoruz.